Sanatçının çoğu zaman içsel bir sorgu ile başladığı çalışmalarında yaratıcı sürecin başlangıcını oluşturması açısından, yaratıcı karşılaşma anının yoğunluğu, ilk hareket öyküsünü en önemli faktörlerinden biri olmakla birlikte yaşam, birikim, deneyim, gerçek, duruş gibi kavramların eşlik ettiği yolculuk sonunda bir düşüncenin biçimlenişindeki yerini alabilmesi ancak, çalışma süreci içerisindeki yapıtın oluşumu ile birlikte söz konusu olmaktadır. Çünkü bir şey kimi zaman başka bir şeyi çağrıştırabilir, yeni etkilenmelere yol açabilir ve sanatçıyı harekete geçiren başlangıç düşüncesi yeni düşünceler doğurabilir. Sanatçı ise, doğmaya çalışan yeni düşüncelere her zaman açık olan kişidir. Dolayısıyla, tıpkı bir tohumun filizlenmesi gibi gelişip olgunlaşan bir izlenim ya da etkilenim, kişiyi ve dünyasını karşılıklı bir ilişkiye sokan süreç sonunda, bilinçli bir çalışmayla desteklenerek yavaş yavaş billurlaşıp bir nesne aracılığıyla somutlaştıklarında hiçbir nesneye gerçekte benzemeyen ve adeta tüm dünyayı anımsatan birer varlık haline gelirler. İşte içsel sorgularını yol boyunca karşısına çıkan yeni düşüncelerle, oluşlarla zenginleştiren sanatçı böyle bir oluşum içinde umuda giden yol öz yaşamla birleşerek kendi içinden geçen bir yolla kesiştiğinde, kimi zaman bir pulluğun ‘zamanların yolcusu’na dönüşmesini sağlayacak, kimi zaman da bir yerden başka bir yere gitmenin, bir düzeyden başka bir düzeye geçişin simgesi olarak gök ile yer arasında ‘merdiven’ aracılığıyla bir köprü kuracaktır.

                Remzi Savaş’ın heykellerindeki düşünsel, yapısal, biçimsel ve estetik doku bütünlüğü, yapıtın arkasındaki söylemin, yapıtlardaki görüngüsünün gücü, gerçek bir sanat yapıtının dünyaya yalnızca kuramsal-düşünsel ya da yalnızca bireysel, psikolojik bir yolculuk yaparak gerçekleştirilebilecek bir metafor olmadığını, bir anlamda duygudan arınmış bir düşünsellik ya da düşünceden arınmış bir duygusallık arasında bir tercih yapmak değil de, her ikisi arasında sanata özgü değerleri duyarak kavramanın esas olduğunu ve bunun da herşeyden önce gerçek deneyim ve yaşantı gerektirdiğini kanıtlar niteliktedir. Zira, özneyle nesnenin buluştuğu noktada - ki o nokta özgürlüktür - malzemeye duyarlı bir sanatçı dokunuşunun yaratabileceği en üst düzeydeki ifade olanaklarını böylesi bir doku bütünlüğü içinde sunan Remzi Savaş’ın heykellerinde olduğu gibi heykelin çok soylu, çok kültürlü dili ancak bu yolla oluşturulabilir.

                Bir sanatçı için peşinden koşulan tek bir şey olmasına karşın, o ‘ şey ’in ne olduğu her zaman bir bilinmezliktir. O halde sanatçı bilmediği şeyleri, bilinmezlikleri araştıran bir yolcudur. Remzi Savaş da " ben bilmediğim şeyleri bilmeye çalışıyorum " derken, sanatçının, o bitmek bilmez arayışını, bir şeyleri bilme çabasını ya da gerçeğe ulaşma isteğini ifade etmekte ve adeta pusulanın bilinmediği zamanlardan birinde yelkensiz bir gemiyle bilinmeyene doğru çıkılan bir yolculuğu izleyicilerle paylaşmak ve gerek kendi izdüşümünü, gerekse süreçteki izdüşümünü kendinsinden sonraki kuşaklara yansıtmak amacındadır. Bu bireysel bir keşif ya da sorgulamanın ötesinde aynı zamanda tüm bir yaşamın ya da zamanın sorgulanması, yalnızca kendi merkezine, kendi derinliğine ulaşma çabasının ötesinde evrenin merkezine, gerçekliğe ulaşma çabasıdır.

                Gerçek olmayandan mutlak gerçeğe giden yolu aşmak için ‘merdiven’leri çıkmak gerekir. Özellikle son dönem yapıtlarında adeta Remzi Savaş’ın imzası haline gelen merdiven, gitmenin, tırmanmanın, yükselmenin olduğu kadar sanatçının ulaşmak istediği gerçeğe giden yolun da simgesidir. Sanatçı merdivenleriyle adeta söz konusu yoldaki yolculuğun aslında varlık ve hiçlik arasındaki bir çatışmadan kaynaklandığını ve zaman içinde tüm iniş çıkışlarıyla durmaksızın sürüp gittiğini fısıldar gibidir.

                " Göğe, göğün yedi katına mı tırmanıyoruz, yoksa yere, yerin dibine, yedi kat dibine mi iniyoruz? Neden bizi, insanı, demir çeliği, taşı, kısacası uygarlığı bir yerlere çıkartıp indirtiyorsun? Kutsamak gökte, yakmak yerde için mi? Merdiven sıkar insanı aslında, burada merdiven sıkmıyor insanı. "

                Kırık yüzeylerin kesintisiz dizisindeki bir süreklilik söz konusudur. Her bir basamak, kendisinden önce ve kendisinden sonra gelene göre ayrıcalıklı değildir. Çünkü basamakları çıkmak, ilerlemeğe karşılık geliyorsa eğer, söz konusu ‘ilerleme’ de ilerlerken hem öncesine hem de sonrasına ilişkin olmak anlamındadır. Her önce ve sonra ise bir ‘şimdi’ye göre belirlenebilir. Dolayısıyla geçmiş, şimdi ve geleceğin içiçe geçtiği sonsuz zamanı adeta ‘merdiven ’lerle ölçen Remzi Savaş’ın sanatındaki geçmişten geleceğe uzanan ve merdivenlerle adeta metafizik bir yükselişe karşılık gelen yol düşüncesi, zaman kavramını da beraberinde getirmekte ve sanatsal üretiminin temeline yerleşmektedir. Zira sanatçı şimdiden geçmişe, geçmişten şimdiye, şimdiden geleceğe uzanan bir anlamda tüm zamanlara baş kaldıran bir bakışın ürünlerini koymaktadır ortaya, kendisine tanıklık etmelerini istercesine...

                Geçmişle geleceğin kesiştiği noktada sonsuzluğu içeren tek taş ise ancak bir sanat yapıtı olabilir ve o, tüm zamanları içermesi nedeniyle bir yanıyla zamanı biriktiren bir yanıyla da zamana karşı bir başkaldırıdır. Bu öylesine bir baş kaldırıdır ki, yaratıcısından yani, durmaksızın akıp giden insan yaşamında adeta zamanın akışını durdurmak istercesine zamanı geriye doğru atarak geçmişin derindeki, en derindeki yerlerini keşfe çıkan, günlük hayatın, yaşanmışlıkların içinden büyüklükler çıkararak yeniden bugüne ulaşan ve ileriye, geleceğe doğru yürüyen sanatçının başkaldırısından ayrı düşünülemez. İşte bu anlamda zamanı biriktiren ve bu birikimi geçmişle geleceğin kesiştiği noktada yapıtlar olarak ortaya koyan, dolasıyla zamana karşı başkaldıran bir sanatçıdır Remzi Savaş.

                Şimdiki zamanı, geçmişle ve gelecekle organik bir doku gibi ören sanatçı, yaşanmış zamanını, anılarını, deneyimlerini ‘şimdi’ye aktardığı yapıtlarıyla geçmişte, derinliklerdeki bir şeylerin altını çizerek adeta yaşarken kazımakta ve tümünü " zaman, ben olduğum sürece vardır. Çünkü bu bir yaşamdır. Yaşamı açıklayan da zamandır. " Demek istercesine geleceğe sunmaktadır. Böylesi bir sunum kimi zaman uzaklardan gelerek bu güne ulaşan ve lastik pabuçlarını ‘şimdi’ye armağan ederek tekrar zamanı delip kendi zamanına geri dönen bir çocuğun geride bıraktığı pabuçlarında dillenir.

                Geçmişten gelen iki yorgun yolcu gibidir pabuçlar. Uzun sürmüş bir yolculuğun izlerini taşırlar ve geçmişten, derinlerden koparıp getirdikleri tüm anıları, yaşantıları adeta ‘şimdi’ye kazyıarak geleceğe doğru adım adım ilerlerken, kimi zaman yükselen ahşap zemin üzerinde bir ceylan başına doğru yol alan " bir yolculuk anısı "na dönüşürler. Sanatçının kendi dünyasından, anılarından çıkıp gelen zamanın bir kesitinin geçmişe ait nesnelerle bir düzlem üzerindeki düzenlenişinin yarattığı imgesel bir dünyadır bu. Düşsel görüntülerle bir anının yeniden dirilmesi ve ahşap zeminin bittiği yerde başlayan bir soru.. Acaba bu "yolculuk anısı"ndan geriye kalan, yanlızca anılardan ve düşsel mekandan koparak dünle bugünü birleştirircesine gerçek mekana inen bir ceylan başı mıdır?

                Bir ceylan anısı mıdır? Yoksa dünle bugünü birleştiren tıpkı " bir yerde bir zaman" da olduğu gibi yalnızca pabuçlar mıdır?

                Yükselen merdiven, pencereden geçip başka bir zaman boyutunda asılı duran merdivene ulaştığında dairesel bir hareketle yeniden başlangıcına dönmekte ve geçmiş, şimdi, geleceğin içiçe geçtiği sonsuz zaman adeta dairesel bir zamana dönüşmektedir.

                Merdivenin simgelediği ilerleme gelecektir. Öyle ki, bu gelecek oluş, içinde geçmişe geri döner. Dolayısıyla artık zaman insandır. Çemberde başlangıç ve son tek bir noktadadır. O noktada zamanın geçmişine ve şimdiki zamanın geleceğine açılan pencereden görülebilen, kendi sınırlı mekanında bir sınırsızlık duygusu yaratan ve artık zamanı olmayan bir zamandışılıkta yer alan pabuçlar yer almaktadır. Zaman ve mekan sonsuzdur ve adeta tüm anıları korumak istercesine geleceğe bekçilik yapan kedi, herşeyi içine alarak tüm zamanlara ve mekana hükmetmektedir. Umut ve korku iç içedir ve aniden heykelin yarattığı sessizliğin kendi sonsuz yanlızlığı içinde bir kedi sesi, bir kapı gıcırtısı ve ardından adımlar duyulur gibidir.

                Mekan artık zamandır. Zaman ise öykünün kendi zamanıdır. Merdivenlerle ölçmek ister adeta Remzi Savaş zamanı. Oysa ki, bir çocuğun ölçüsü gölgesidir. Gölge ne kadarsa saat o kadardır. Çocuğun kullandığı saat gölgesidir, saatin söylediği ise zaman. Yaşanmış zamanın bir yerden kesilerek herhangi bir zamandan bir kesitin geçmişin bir hayaleti gibi sunulmasıdır " Bir İkindi Düşü ". Zaman dışı bir dünyanın merdiven, insan imgesi veren kilo ve gölgesiyle aynı düzlem üzerinde şimdiye yerleştirilmesidir.

                Günlük yaşamda normal olarak bir araya gelmeyen nesneleri seçerek bunları yapıtlarında şaşırtıcı ilişkiler içinde yansıtan Remzi Savaş’ın söylemek istediklerini dillendirebilmek için aralarında türlü ilişkiler kurduğu nesneler -ki hazır nesneler de buna dahildir- gerçeği daha derinden kavrayabilmek için kullanılan ve kendilerine türlü anlamlar, simgeler yüklenen nesnelerdir.

                Dolayısıyla sanatçı için ‘ kilo ’ artık kişinin bildiği, kullandığı, tanıdığı, işlevselliği olan hazır bir nesne olmanın ötesinde soyutlanmış bir insan gibidir. Nesnelerin uyandırdığı duygulara, çağrışımlara, ruhsal titreşimlere, etkilenimlere kendini açık tutan ve hazır nesnede dahi bir ruh görebilmeyi başaran sanatçının nesneyle arasında kurduğu farklı türden diyalog, nesnelerin içten içe can bulmasına, bir anlamda ruhu olan, yaşayan birer varlığa dönüşmesine yol açmaktadır. Her nesnenin bir tarihi, bir yaşanmışlığı vardır. Bu nedenledir ki, nesneler insanla konuşabilecek, diyalog kurabilecek bir güce sahiptirler. Remzi Savaş’ın nesnelerle konuşurken kullandığı dil ise simgesel bir dildir. Bu dil sayesinde sanatçı tarafından kendi tarihlerinden çekilip alınarak bu dünyadan farklı bir dünyaya, sanatçının kurduğu dünyaya/mekana yerleştirilen ve şimdiki zamandan bir anlam yüklenen nesnelerin anlamlandırıldığı dünya ise, o noktadan itibaren onun tarihinden daha belirleyici olacak, dolayısıyla kalıcılığıyla adeta gerçekliğini pekiştiren ‘kilo’ artık bir insanı simgeleyecektir. Kimi zaman " Bir İkindi Düşü "nde olduğu gibi zamanı gölgesiyle ölçen bir insanı, belki de bir çocuğu, kimi zaman ise, ironik bir yanı olan " En Büyük Kilo Kral " da olduğu gibi adeta H.Moore, Max Ernst gibi sanatçıların kral ve kraliçelerini sürgüne gönderip de onların yerine tahta çıkan bir kralı.

                Herşeyin adeta bir simgeler oyunu olduğu, herşeyin bir başkası anlamına geldiği Remzi Savaş’ın sanatında simgeler aynı zamanda nesnelere ilişkin kavramların oluşturulmasına olanak verirler. Söylemek istediklerini simgeler aracılığıyla dillendirmeye çalışan, varlığın en gizli yanlarını açığa çıkartmak için simgeler ve imgeleri kullanan bir sanatçıdır Remzi Savaş. Bu aynı zamanda bir kavrayış biçimidir. Gerek nesneleri, gerekse yaşamı ve gerçeği -hatta gerçeğin en derin yanını- kavramak için bir araç.

                Gerçeklikle birlikte belki de insanın evrendeki yerini aramak için çıktığı yolculukta düşsel bir dünya yaratırken, bu dünyanın tek sınırının yine kendisi olduğunun bilincindedir sanatçı. Bunun için de kendisinden uzaklaşır ve kendi duygularının nesnel gözlemini yaparak dile getirmek istediklerini simgelerle yansıtır.

                Kendi içinde oluşturduğu yasalarla her bir yapıt, duyumsatılmak isteneni vermeye engel olan herşeyden arındırılarak en aza indirgenir. Biçimler giderek arınmaya başlar. Ancak, arındıkça çoğalırlar adeta. Arındıkça imge dünyası zenginleşir ve imgelerin egemen olduğu bir dünyaya dönüşür. Böylece salt bir dışa vurum ya da duygusal bir tepki olmanın ötesinde sanatçının yapıtları gerçeklikle daha yakından ilişki kuran yaşamı daha sıkı kavrayan ve yalnızca duyguları değil, beyni de ele geçirerek heykelin dilinin nasıl olması gerektiğini tüm ağırlığıyla ortaya koyan birer varlık haline gelirler.

                Sanatçı düşlerin, gerçeğin, simgelerin, imgelerin, kavramların içiçe geçtiği bir dünya armağan eder insanlara. İnaçla, umutla, inatla ve tutkuyla sonsuz bir arayış yolunda yürürken yarattığı herşeyden, kendi yaşamından bir esinti, bir ezgi duyumsatarak adeta kendisiyle yaptığı alçak sesli bir konuşmanın ürünü olan, zamanın ve mekanın birbiri içine geçtiği bir dünya.

                Sanatçının zaman kavramıyla birlikte mekanı da sorguladığı yapıtları sonsuz zamanda - ya da zamansızlıkta - sonsuz mekanı - ya da mekansızlığı - vurgulamak ister gibidir. "Mekan zaman içinde"dir artık. Adeta zaman ve mekan-dan bir kaçış söz konusudur. Çünkü o, sanatçının yarattığı kurgulu bir mekandır ve yaratılan bu gerçeküstü mekanla izleyici ve yapıt arasında bir mesafe konulmaktadır ki, bu da öznel bir mesafedir. Sanatçı, her birinin kendi bütünlüğü, anlamı olan nesneleri varolan dünyadan koparıp başka bir zaman boyutunda, başka bir dünyaya taşırken yalnızca mekanı değil, bütünü oluşturan her bir öğenin kendi mekanları dahilindeki konumlarını da sorgulamakta ve bir yanıyla da sanki mekandaki insanın dramını yansıtmak istemektedir. Zaman ve mekandışı bir dünyayı, şimdiye ve var olan mekana yerleştirerek gerçekliğin sınırlarını aşan sanatçı, bir anlamda "dünyada olmanın anlamı nedir? " türünden bir soruyla başbaşa bırakmaktadır sanatçının yarattığı dünyaya tutunmak, yerleşmek isteyen izleyiciyi. Bir noktadan sonra gerçekliğin, yaşamın, zaman ve mekanın ne olup olmadığı türünden sorgulamalar gerçek ve gerçeğin ötesini sorgulayan yapıtların, gerçeklikle olan ilişkisini sorgulamaya yönelik bir tavır içinde gösterir kendini.

                Sanatçının, yarattığı düşsel görüntüyü bilinen, gerçek mekandan soyutlamak için kimi zaman kullandığı masa, bir takım simgeleri de içermektedir. Sanatçı tarafından kullanıma dönük olmanın ötesinde yüzeyine yerleştirilen diğer öğelerle başka zamanlara ait bir mekan oluşturularak kendisinin ötesinde bir varlığa sürülen masa, aynı zamanda hesaplaşılan bir yer olarak ele alınmıştır. Söz konusu hesaplaşma sanatçının kendisiyle, kendi süreciyle, dış dünyayla, gerçeklikle ve heykelin koyduğu kendi yasalarıyla hesaplaşmasıdır. Masanın yüzeyi ise yaşama dair ne varsa herşeyin üzerine atıldığı, bir anlamda anıların, umutların, hüzünlerin ve coşkuların sergilendiği bir yerdir. Adeta bir bellektir, bir yaşamdır ya da sanatçının sonsuz arayışı için çıktığı yolculukta üzerinde gideceği yerleri işaretlemek için haritasını açtığı bir çalışma masasıdır. İzleyici ile arasına koyduğu imgesel mesafe nedeniyle kendisine yaklaştıkça uzaklaşan masa, yaşamdan çekip çıkartılan görüntülerin sergilendiği plastik bir mekandır. Merdiven sürekliliğin, yükselmenin, ilermenin, gidişin simgesiyse, masa da hesaplaşmanın, herhangi bir yerde ve zamanda ya da zamansızlıkta olmanın belki de merdivenleri çıkarken arada durup soluklanmanın bir simgesidir. " Maddeyle kurduğu ilişkiye açıklık getiriyor sanatçı:

                " Bazen bir şeyi önüme koyup onunla ben bir şeyi ne kadar paylaşabiliyoruz diye bakıyorum. Oraya bir taş koydum, günlerdir duruyor. Birbirimize sürekli bakıyoruz. Birbirimize bir şekilde el vereceğiz ya da veremeyeceğiz. Biraz didişerek, bazen o beni, bazen ben onu deşerek. Bir gün belki dayanamayacağım ve vurmaya başlayacağım ve bir şekilde birleşeceğiz. "

                Kırsal hayattan izler de taşıyor Savaş’ın heykelleri. Eşme’den Paris’e giden ve oradan tekrar toprağına dönen bir hayatın sürekliliğini, bütünlüğünü anlatıyor. Çocukluğunda ayaklarını üşüten cızlavet, kara bir lastik olmaktan çıkıyor, yeni bir kavrama evriliyor. Cızlavet, Paris görmüş bir cızlavettir ama Paris’ten de bakmıyordur hayata, Eşme’nin köylerinden de. "

                " Ben bir köy çocuğuyum. Ben bu yolda değişik mesleklerle de uğraştım. Ağrı’nın bir köyünde ilkokul öğretmenliği yaptım. Ankara’da Eğitim Enstitüsünde hocalık ve öğrencilik yaptım. Malatya’nın bir ilçesinde öğretmenlik yaptım bir yıl. Daha sonra Paris diye bir yere gittim. Bu sürecin imgeleri onlar. Bir noktada bizim köyün bağlarındasınız, bir noktada Paris’in Chanzelise’sindesiniz. Bütün bunlar malzeme. Önemli olan bu malzemenin bu sanatçının çağdaş diliyle anlatılmasıdır. O lastik ayakkabılarla bir çok hikaye anlatabilirsiniz. Bu merdiven biçimi... O sembolik bir şey ama bugünün duyarlılığına cevap verebilecek biçim olarak da oluşması söz konusu. Yani, hikayemizle, hikayemizi anlatacak biçimin çağdaş bir düzlemde kesişmesi lazım. "

                Anadolu kültürünün izleri Remzi Savaş’ın heykellerinde çok açık olarak görülmektedir :

                " O kültürün içinden geliyoruz. Belli bir dönem içinde yaşadığım, terbiyesini aldığım kültür tutucu bir kültür değil. Belli bir inanışı, değerleri vardı. Güzel inanışları vardı. Bir genç kız, yaşlı bir insanın önünü kesmezdi, geçmesini beklerdi. Tarlada kız ve erkekler yanyana çalışırdı. İnsani değerler vardı. Benim hala önemli saydığım, kişiliğimi oluşturan şeyler bunlar. Yok saymak mümkün değil. Bunlar doğal olarak çalışmalarıma yansıyor. Sanatçı da bu toprağa bağlıdır. Masalları kullanıyorum mesala. Masallar önümüze bir evren seriyor ve bu evren bizim doğa gerçeğimizden farklı bir evren. Bir at havada koşuyor, kaf dağının ardına gidiyor... Bir platform bildiğimiz toprağa basmıyor, içinden bir merdiven çıkıyor yukarı doğru. Bu, gerçekten imgesel bir mekandır. Biraz da onu yaratmaya çalışıyorum. Ben sürrealist değilim ama sürrealist bir takım öğeler, bazı düşüncelerimi özgür söylememe yardımcı oluyor. Doğada bazı kurallar vardır ama orada at gökyüzünde koşabilir. Bu bir yerde biraz daha ifade özgürlüğü sağlıyor. Eş zamanlılıklar yaşıyorum, bu da hoşuma gidiyor. Şu an buradayım ama bundan önceki ya da bundan sonra olabilecek bir şeyi nasıl bir araya getirebilirim; düşünüyorum şurdan bu merdiveni kaldırsam, Totem bizimle aynı mekanı paylaşır ama bu merdiveni koyduktan sonra bu mekan aynı mekan değildir artık. Son zaman işlerimde, masa da beni ilgilendiriyor. Masa kavramını düşünmeye başladım. Masa öyle bir şey ki, üstüne herşeyi atabilirsin. Yemek yiyorsun, konuşuyorsun. Daha önce de denedim, mesala dost kapısı, düşman kapısı, cehennem kapısı gibi. Bu aslında bizi kavram anlamında zenginleştiriyor. Masayı da böyle ele aldım. Gerçek zeminden bir şeyi başka bir zemine kaldırmak bir taraftan da çok anlamlı nasıl olabilir diye düşünüyorum. Mistisizm ise, metafizik anlamda bir miztisizm değil ama içinde bulunduğumuz gerçek yaşamın ötesinde bir atmosferi, mekanı yaratabilme. Ben son zamanlarda zamansallıkla uğraşıyorum ama başka zaman başka birşey olur bu. Ama belli birşeye başladıktan sonra, elimize alıp bir şeye biçim vermeye başladıktan sonra, çağrışımlar başlar, macera başlar. Gittiğimiz yön, bizi başka bir kavrama da götürebilir. Hikayeler hikayeleri çağrıştırır, biçimler biçimleri çağrıştırır. Bazen yaratılan bir biçim, aklımızda olmayan, tasarlamadığımız başka bir biçime doğru bizi götürür. Sonuçta biten şey bütün bu sürecin izdüşümü oluyor. Olay imgeye doğru gittiği zaman belki içine mistisizm de girebiliyor. Gökyüzüne doğru çıkan bir merdiven belki bir mistik hava çağrıştırabilir. Ama benim için metafizik anlamında bir mistisizm ön görülmüş değil. "

                Sanatçının ‘ Yol ’ adlı çalışması paslanmaz çelikten. Yükselen ve ışık yansımalarının çok iyi kullanıldığı, neredeyse ışıktan bir yol duyumsaması yaratan çalışma sonsuza uzanıyor. Yolun başında kırık ve yansıması yola düşen bir gözlük izleyicide yeni arayışlar doğuruyor.

                " Bir Akdeniz Masalı-II " isimli çalışma mermerden. Merdiven, kapı ve yüz figürü geçmiş ile geleceği iç içe sunuyor:

                " Merdivenler, yol, zaman ya da taşın taş üstüne konması gibi... İçeri giden bir kapı var. Eskiye de gider,bu günden yarına da gider... Üsteki figür, bir yüz... Bir şeylerin habercisi, bir şeylerden bu güne gelen birşey... Dünden bu güne gelen, bir şeylerin korunması gerektiğini söyleyen bir yüz... "

                " Bir İkindi Düşü ", " Kilo Kral ", " Metafizik Kesit " adlı çalışmalarında karşımıza "kilolar " çıkıyor:

                " Bundan iki üç yıl önce kilo formunda insan çizimlerim vardı ama o zaman daha kilolar yok. O çizimler bir form bulup ortaya çıkamadı. Sonra bunları gördüm eski eşya satan pazarlarda ve olduklarından başka şeyler çağrıştırdılar. İnsan formu, bazen kalabalık, bazen ağır, bazen kimlikli, bazen kimliksiz. Bu kimliksizlik de çok kimliklilik çağrıştırmaya başlıyor. Onları önce bit pazarlarından alıp getirdim atelyeye. Düşünceniz belli bir düzeye erişinceye kadar belli şeyleri görmüyorsunuz, bir yerden sonra bakıyorsunuz ki o yanınızda. Eskiden de oradaydı ama artık o görülmeye başlanıyor. Kilolar da öyle oldu. İnsan imgesi olarak kullanıyorum. İnsana dair bir takım nitelikler yükledim. Bazıları kocaman, kiloların kralı, bazıları küçük, çocuk gibi. Kilolar böyle girdi, ne zaman çıkar bilmiyorum. "

                Remzi Savaş’ın sanatında her nesne simgelere dönüşürken, simgeler de yan anlamlarıyla kavramları gösterir. Kavramlar ise, başka kavramları beraberinde getirir. Bir anlam demeti sunar her bir yapıtında, içeriği gizli anlamlarla dolduran sanatçı, bunlardan yanlızca biri değil belkide hepsi olduğunu göstermek istercesine. Dolayısıyla yapıtların hem açık hem gizemli olmasını sağlayan Remzi Savaş’ın sanatında anlatım, adeta herhangi bir şeyi açıklamak için değil de gizlemek içindir. Nesneyle bütünleştirilen anlam, simgelerle dışa vurulan açılımlar ve çok anlamlılığın söz konusu olduğu böylesi bir doku içinde hiçbir zaman kendilerini bütünüyle açıklamayan ve herbiri bir soru işareti olan yapıtlar bir yanıyla kendilerini ele verirken bir yanıyla da gizlemekte, böylece sanatçı, başlattığı süreci devam ettirmek istercesine izleyiciyi düşünmeye ve yorum yapmaya çaığrmaktadır. Öyle ki, sanatçının bıraktığı soru işareti ile yola çıkan her izleyici yol boyunca karşısına çıkan ve gittikçe artan soruların yarattığı o zorlu yolculuğu göze almak durumundadır.